İmam Rabbani'ye göre tasavvufun gerçek amacı şudur:
Sufilerin yoluna girmekten maksat, şeriatın inanılmasını emrettiği şeylere yakinî imanı artırmaktır. Böylelikle istidlalî imanın darlığından, keşfî imanın aydınlık fezasına erilir. İcmâli imandan, tafsîli imana geçilir. Mesela, Vacibü’l-Vücûd olan Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin varlığı ve birliği önce istidlali veya taklidi iman ile bilinir ve bunların gücü oranında iman yakîne kavuşurken; tasavvuf yoluna girildiğinde bu istidlali ve taklidi iman keşfî ve şuhûdî imana dönüşür, yakîni iman en kamil şekilde elde edilir.
Başka bir deyişle süluku bitiren sufi inandığı hakikatleri bizzat keşf ile tadarak inanır hale gelir. Adeta Rabbinin varlığını ve birliğini gözleri ile müşahede etmeye başlar. Bunun neticesi ise salikin amelî hayatında görülür. İbadet ve taat böyle bir mümine kolay gelmeye başlar:
Tasavvufun bir başka maksadı da, fıkhın emirlerinin severek yapılmasını sağlamak, nefs-i emmâre tarafından ortaya çıkartılan zorlukları izale etmektir. Bu fakirin kesin inancı şudur ki; tasavvuf yolu şeriat ilimlerinin hizmetçisidir, asla bu ilimlere ters düşmez. (...)
İmam Rabbani bu konuda Nakşi tarikatının büyüklerinden Hâce Ahrar (k.s.) Hazretlerinin şu sözünü aktarır:
“Bütün vecdler ve haller bizlere verilse, ama iç dünyamız mesela ehl-i sünnet ve’l-cemaat inancı üzere olmasa, bütün o halleri şakavetten ve hüsrandan başka bir şey saymam, ehl-i sünnet vel-cemaat inancı üzere olduktan sonra da, bütün hallerden mahrum kalsam bile asla üzülmem.”