• https://www.facebook.com/Sazeliyye
  • https://twitter.com/Sazeliyye
    • İbn Ataullah İskenderi'nin (ks) Hikem-i Ataiyye adlı tasavvuf klasiği
    • Şâzeliyye tarikatının Zerrûkıyye kolunun kurucusu Ahmed Zerruk el-Fâsî ks. (ö. 899/1493-94)
    • Sultan II. Abdülhamid Han'ın devam ettiği Şazeli tekkesi Zâfir Efendi Tekkesi (Ertuğrul Tekke)
    • II. Abdülhamid Han'ın Şazeli şeyhi Muhammed Zafir Efendi (ö.1903) ve kardeşleri
    • Şâzeli tarikatına mensup Osmanlı padişahı II. Abdülhamid Han
    • Unkapanı Şâzeli tekkesi (Şazeli Tekke Camii olarak bilinmektedir.)
    • Gaziantepli Kadiri-Şazeli şeyhi Hasan Arslan Hocaefendi (ö.2011)
    • ŞAZELİ ismi marka olarak TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ'ne 10 yıllığına tescil ettirildi!
    • Buna göre, bir başkası tarafından bu isim kullanılarak matbaa, TV, radyo, gazete, dergi, yayınevi, takvim vd. bilumum basım-yayım, eğitim-öğretim, kültür hizmetleri gerçekleştilemez.
Şâzeliyye Tarikatı

Tevessül meselesi

Vesile, kendisiyle başkasına ulaşılan şeydir.
Tevessül, kendisi ile bir şeye kavuşulan, yakınlık kazanılan ve Allah Teala'ya yakınlaşmaya sebep olan şeylerdir.

Son devrin İslâm alimlerinden Ebu Bekir Câbir Cezâirî, “Akîdetü’l-Mü’min” adlı eserinde şöyle tarif eder: “Allah Tealâ’ya yaklaşmak, huzurunda manevi itibar ve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın defedilmesiyle ihtiyacı gidermek için salih bir amel veya salih bir zatla Cenab-ı Hakk’a yakınlık sağlamaktır.”

Mâide Sûresi’nin 35. âyet-i kerîmesinde:

“Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesîle (yâni sebep) arayın!..” buyrulmaktadır.

Bazı müfessirlere göre bu vesîle, bir mürşid-i kâmilin terbiyesine girerek Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkı ile ahlâklanmaktır.

İmâm Mâlik -rahmetullâhi aleyh-: “Dileklerinizde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i vesîle edininiz!..” buyurmuştur.

İmâm Şâfiî -rahmetullâhi aleyh-: “Herhangi bir mevzûda takıldığım zaman, iki rekât hâcet namazı kılar, Ebû Hanîfe Hazretleri’nin kabrine gider, kendisini ziyâret ederdim. Hâcetim de böylece hâsıl olurdu…” buyurur.

İmâm Cezerî -kuddise sirruh-: “Duâlarınızın kabûlü için peygamberler ve sâlih kişileri vesîle edininiz!” buyurmaktadır.



Mümin bir kişi,

***

Allah'ın isim ve sıfatlarını vesile edinerek Allah'tan yardım dileyebilir:
“En güzel isimler Allah’a aittir; o halde O’na bu isimler ile dua edin.” (7/A’raf, 180)

İbn Mesud’dan gelen bir hadiste Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurmaktadır:

“Kimin sıkıntısı artar da, ‘Ey Allahım! Ben ancak senin kulun ve kulların olan ana ve babanın evladıyım. Her şeyim senin elindedir. Benim için geçerli olan ancak senin hükmündür. Şüphesiz hükmün de adalettir. Bütün isimlerini vesile kılarak senden isterim. Talebimi sana arz ederim. Kendini isimlendirdiğin, kitabında bildirdiğin, yaratıklarından herhangi bir kimseye öğrettiğin veya gayb aleminde kalmasını tercih ettiğin isimlerinle Kur’an’ı gönlümün baharı, göğsümün nuru, hüzün ve kederimin kalkmasına vesile kılmanı dilerim.’ derse, Allah onun kederini ve hüznünü giderir.” (Ahmed b. Hanbel)

***
İşlediği salih bir ameli vesile edinerek Allah'tan yardım dileyebilir.
"Sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyin" (Bakara, 153) ayeti de bunun delillerindendir.
"Mağara hadisi" olarak bilinen rivayette Peygamberimiz, geçmiş ümmetlerden üç kişinin, yolculukları esnasında yağmura yakalanıp bir mağaraya sığındıklarını, akabinde mağara çıkışının kopan büyük bir kaya tarafından kapandığını, her birinin duasında sâlih bir ameliyle (yaşlı ana-babaya sevgi ve hürmetle hizmet, imkan olmasına rağmen zinadan kaçınmak, çalıştırdığı işçinin hakkını korumak) Allah'a tevessül ederek kayanın açılmasını sağladıklarını anlatmıştır (Buhari, Edeb 5),

***

Halen hayatta olan salih bir kişiyi vesile edinerek Allah'tan yardım dileyebilir (Buhari, İstiska 3; Müslim, Fedâilü’s- sahâbe, 55; Tir­mi­zî, De­avât, 118; Ah­med bin Han­bel, Müs­ned, IV, 138)

Osman bin Huneyf (ra) anlatıyor:
“Allah Rasulü’nün (asm) yanına görme özürlü biri geldi. “Ya Rasulallah gözlerimin açılması için bana dua et” deyince Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem; “İstersen senin için dua edeyim, istersen sabret, ahiretin için daha hayırlıdır” buyurdular. Adamın “dua et demesi” üzerine Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem; “Güzelce abdest al ve iki rekât namaz kıldıktan sonra şu dua ile dua et” diye emretmiştir: ‘Allah’ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve rahmet nebisi olan Peygamberin Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması için senin Rabbine seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.” diye dua et. O da gitti, öyle yaptı ve gözü açılmış görür halde geri geldi.

Tirmizî, Daavât: 118-119; İbni Mâce, İkâme 189; Ahmed, Müsned, IV, 138; el-Hâkim, el-Müstedrek, I, 526 (1180); Taberani, el-Mu’cemu’s-Sağir, I. 306 (508); Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, IX, 30 (8311); Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, VI, 166; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, II, 279

Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz zamanında bunun gibi birçok örnek hadise yaşanırken O’nun vefatından sonra da vesileyle yapılan duaların kabul olduğu hadiseler yaşanmıştır.

Hz. Osman r.a.’ın hilafeti döneminde muhtaç bir kişi ihtiyacı için Hz. Osman r.a. ile görüşme isteği ile uzun süredir yanına gidip geliyor, fakat karşılık bulamıyordu. Bir gün adam Osman b. Huneyf r.a. ile karşılaştı ve durumunu ona arzetti. O da kendisine:

– Git, güzel bir abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve Cenab-ı Hakk’a şöyle dua et: “Allahım! Rahmet Peygamberin Muhammed s.a.v.’i vesile ederek sana yöneliyorum. O’nun hatırı ile senden diliyorum. Ya Muhammed, ben seninle Rabbine yöneliyorum. Bu ihtiyacım hallolsun” de. Sonra da ihtiyacını Allah’a arzet, dedi.

Adam söyleneni yaptı. Sonra Hz. Osman r.a.’a gitti. Kapıcı onu huzura çıkardı. Hz. Osman r.a. bu zata:
– Gel yanıma otur, ihtiyacın ne ise söyle, dedi.

O zat anlatıyor:

– Hz. Osman ihtiyacımı yerine getirdi ve kusura bakma, şimdiye kadar ihtiyacını unutup karşılık veremedim, onun için geç kaldı. Bundan sonra ne zaman bir ihtiyacın olursa gel, hemen ihtiyacını hallederim, dedi.

Adam işi görülünce gidip Osman b. Huneyf r.a.’a teşekkür etti ve:

– Allah seni hayırla mükâfatlandırsın. Sen benim hakkımda onunla konuşuncaya kadar ihtiyacımı görüp benimle ilgilenmiyordu, dedi. Osman b. Huneyf r.a. da:

– Allah’a yemin olsun ki onunla senin hakkında hiçbir şey konuşmuş değilim, deyip âmâ adamın Rasulullah s.a.v.’den dua istemesi hadisesini anlatmıştır. (İbn Mâce, İkâme, 189; Münzirî, et-Tergîb, I/473-475)

Peygamber Efendimiz s.a.v. gözleri görmeyen adama tevessül duasını öğretmiş ve bu olaya şahit olan Osman b. Huneyf de bu duayı Hz. Osman r.a. zamanındaki o muhtaç kişiye öğretmiştir.

 

Hz. Abbas r.a.’ın vesile kılındığının anlatıldığı bir başka rivayete göre, Hz. Ömer r.a. döneminde müslümanlar kuraklık yüzünden kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Bunun üzerine halife Hz. Ömer r.a., Hz. Abbas r.a.’ı vesile ederek Allah’tan yağmur talebinde bulundu ve şöyle dua etti:

“Allahım! Bizler daha önce Peygamberimiz’i vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise Peygamberimiz’in amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et!”

Enes b. Malik r.a., Hz. Ömer r.a.’ın bu duasından sonra kendilerine yağmur ihsan edildiğini belirtir. (Buharî)

Buharî şerhlerinde bu hadis ile ilgili aşağıdaki açıklamalara yer verilmektedir: “Yağmur için dua etme hadislerinde kaydedildiğine göre Halife Hz. Ömer r.a., dua etmesi için Hz. Abbas r.a.’a ricada bulunmadan önce insanlara:

“Rasulullah s.a.v., bir evladın kendi babasına verdiği değer ve önem kadar Abbas r.a.’a değer verirdi..” demek suretiyle onların Abbas r.a.’a tabi olmalarını ve başlarına gelecek musibetlerin gitmesi için onu vesile kılmalarını tavsiye eder ve bizzat Abbas r.a.’tan dua etmesini isterdi. O da kendisinin, Hz. Peygamber s.a.v.’e olan nesep yakınlığı ve O’nun katındaki mertebesi sebebiyle kendisiyle tevessülde bulunulduğunu zikrederek duasına başlardı.

Allah katında değeri olan zatların mertebesiyle tevessülde bulunmanın caiz olduğunu belirten Muhammed Zahid Kevserî rh.a., yukarıdaki bu hadis hakkında şöyle demektedir:

“Hz. Ömer r.a.’ın bu uygulaması, Rasulullah s.a.v.’in hayatta olan hısım ve akrabasıyla tevessülde bulunmanın cevazına delil teşkil etmektedir.

Hz. Ömer’in Abbas r.a. için, ‘Başınıza musibet geldiğinde onu (Abbas r.a.’ı) vesile edinin!’ ifadesi, ‘ondan dua isteyin’ manasına gelmez. Çünkü Hz. Ömer r.a., bu cümleyi onun dua etmesini istedikten sonra söylemiştir. Dolayısıyla bu ifade, ‘Onunla Allah’a tevessül edin!’ manasına gelir ki bu da salih zatların mertebesiyle tevessüle delalet eder.” (Makâlât)

İslâm bilginleri Halife Hz. Ömer r.a.’ın yukarıda söz konusu edilen uygulamasına dayanarak musibetler anında Ehl-i Beyt ve ehl-i takvanın Allah’a şefaatçi kılınabileceklerini kabul etmişlerdir. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, 5/256)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra Medîne’de şiddetli bir kıtlık olmuştu. Ahâli bu durum hakkında Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’ya mürâcaat etti. Âişe vâlidemiz onlara şu tavsiyede bulundu: “–Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’in kabr-i şerîfine gidin, tavanından bir pencere açın. Efendimiz ile semâ arasında bir perde kalmasın!” Nitekim böyle yapıldığında bolca yağmur yağdı, otlar yeşerip büyüdü, develer iyice semizleşti. Hattâ bu seneye “Âmu’l-fetk: bolluk senesi” ismi verildi. (Dârimî, Mukaddime, 15)

 

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Hayber yahûdîleri ile Gatafan kabîlesi arasında savaş vardı ve Hayber yahûdîleri ne zaman Gatafan’la karşılaşsalar yeniliyorlardı. Sonunda: “Ey Allâh’ımız! Âhir zamanda göndermeyi va’dettiğin o ümmî peygamber hakkı için Sen’den bizi muzaffer kılmanı diliyoruz.” duâsına sığınmayı kararlaştırdılar ve Gatafan’la karşılaşınca bu duâyı yaptılar. Savaşın netîcesinde Gatafan’ı bozguna uğrattılar. Fakat duâlarında vesîle edindikleri Âhirzaman Nebîsi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, peygamber olarak gönderilince O’nu inkâr ettiler. Bunun üzerine Allâh Teâlâ şu âyet-i kerîmeyi vahyetti: “…Daha önce (O peygamberin adını kullanarak, O’nun hakkı için diyerek) kâfirlere karşı zafer isteyip durdukları hâlde, O tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer O’nu inkâr ettiler. İşte Allâh’ın lâneti böyle kâfirleredir.” (el-Bakara, 89) (Kurtubî, II, 27; el-Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 31)

 

***

Vefat etmiş bir veliyi vesile edinerek Allah'tan yardım dileme konusuna gelince: Direkt vefat eden zâttan ("Ey fülan! Bana şu konuda yardım et, şu işimi hallet" diyerek) yardım  istemek ve onun yardım edeceğine inanmak şirktir. Fakat yardım edenin Allah olduğuna şeksiz şüphesiz inandıktan sonra, "Allah'ım, filanın hürmetine bana yardım et" gibi ifade kullanmak şart değilse de caizdir diyen alimler var. Hadislerden dayandıkları deliler bulunmaktadır (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IX, 257; Hâkim, Müstedrek, II, 672)

Sahabe döneminde yaşanan tevessül sonraki dönemlerde de devam etmiş, büyük mezhep imamları diğer imamları vesile kılarak dua etmişlerdir.

Büyük alim İbn Hacer el-Mekkî rh.a., “Hayrâti’l-Hısân fî Menâkıbı’l-İmam Ebi Hanife en-Numan” adlı eserinin yirmi beşinci bölümünde şöyle demiştir:

“İmam Şafiî, Bağdat’ta kaldığı günlerde İmam Ebu Hanife’nin türbesine gelir, ziyaret eder, kendisine selam verir, sonra Allah Tealâ’ya ihtiyacını gidermesi için onunla tevessül ederdi.”

Bir seferinde de İmam Şafiî hazretlerine, Mağripliler’in İmam Malik rh.a. ile tevessülde bulundukları söylenince bunu hoş görüp onları menetmemiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel rh.a. de İmam Şafiî rh.a. ile tevessülde bulunuyordu. Oğlu Abdullah buna hayret edip babasına durumu sorunca İmam Ahmed:

– Şüphesiz İmam Şafiî insanlar için güneş, beden için sıhhat gibidir, demiştir.

Bir başka örnekte de İmam Ebü’l-Hasen eş-Şâzelî k.s. şöyle demiştir:

“Kimin Allah Tealâ’ya arzedecek bir ihtiyacı olur ve giderilmesini isterse, İmam Gazalî ile tevessül edip ihtiyacını Cenab-ı Hakk’a arz etsin.” (Nebhanî, Şevâhidü’l-Hak, 166)

Bu örneklerde gördüğümüz gibi, Hz. Peygamber s.a.v. ile tevessülün yanında O’nun vârisi olan salih zatlarla da tevessül yapılabilir. Zira fazilet ve ilim sahibi salih kimselerle Allah’a tevessül etmek, onların şahıslarıyla değil, salih amel ve üstün meziyetleri sebebiyledir. Çünkü fazilet sahibi bu hale ancak salih amelleri ile ulaşmıştır.


Ebû Bekr radiyallahu anh'dan:
"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana şu duayı öğretti: 'Allahım! Sana, Peygamber'in Muhammed, dostun İbrahim, kurtardığın Mûsâ, rûhun ve kelimen İsa hakkı için, Mûsâ'nın Tevrat'ı, İsâ'nın İncil'i, Dâvud'un Zebûr'u ve Muhammed'in Furkân'ı hakkı için, vahyettiğin her vahiy, hükmettiğin her hüküm hakkı için niyaz ederim. Yine Senden; Kitâb'ında indirdiğin ve kendine seçip sakladığın her isminle yalvarırım. Ehad, Samed, Vitir, Tâhir ve Tuhr isimlerinle yalvarırım. Azametinle, kibriyânla, cemâlinin nuru ile, bana Kur'ân'ı öğretmeni, ilmi öğretmeni, onu etime, kanıma, kulağıma, gözüme karıştırmanı; güç ve kudretinle vücudumu O'na amâde kılmanı niyaz ederim. Çünkü sensiz ne güç olur, ne de hareket'." 
Rezîn.  Cem'ul-fevaid, hadis nu: 9423

***
Enes bin Malik radıyallahu anh'dan şöyle rivayet edilmiştir:

"Hz. Ali radıyallahu anh'ın annesi Fatıma binti Esed vefat ettiği zaman, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun kabrini kazmış ve mübarek elleriyle toprağını çıkardıktan sonra, yanı üzerine kabre yatarak şöyle dua etmiştir:

"Allah öyle bir Allah 'tır ki diriltir ve öldürür. O Allah diridir, ölmez. Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, Fatıma binti Esed'i affet, ona kelime-i tevhidi telkin et ve kabir rahatlığı ver. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin."

Dört defa tekbir getirdikten sonra Hz. Abbas ve Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhüma onu lahde yerleştirdiler. (Taberani, Heysemi; Mec-mau'z-Zevaid; 9/257)

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber s.a.v., hem kendisiyle, hem de kendisinden önceki peygamberlerle tevessül edip, elinde büyüdüğü için “annemden sonra annem” buyurduğu Hz. Fatıma b. Esed r.a. için Allah Tealâ’ya dua etmiştir.

Hz. Adem a.s. da Hz. Rasulullah s.a.v.’i vesile kılarak dua etmiştir. O, yasak ağaçtan yedi ve bu onun cennetten çıkarılmasına sebep oldu. Sonra kusurunu anladı, affı için ağladı ve:

– Ya Rabbi! Beni Muhammed’in hatırına affeyle, tövbemi kabul buyur, diye yalvardı. Yüce Allah:

– Ey Adem, sen benim habibim Muhammed’i nereden tanıyorsun,” diye sordu. Hz. Adem a.s.:

– Ya Rabbi! Sen beni cennete yerleştirdiğin zaman arşın üzerinde ve cennetin her yerinde, ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah’ cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. İsmi senin isminle birlikte zikredilen ve her yere nakşedilen bu zatın senin katında çok kıymetli ve sevgili birisi olduğunu anladım. Bundan dolayı O’nu vesile ederek affımı istedim, dedi. Yüce Allah:

– Evet, doğru söyledin, O benim habibimdir. Senin evlatlarından birisi olup peygamberlerin sonuncusudur. Seni O’nun hatırı için affettim. Eğer O’nu yaratmasaydım seni de yaratmazdım, buyurdu.

(Hâkim, el-Müstedrek, 2/615; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5/488, 499; Tabarânî, el-Mu’cemü’s-Sağir, 2/82-83; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8/253)


***

Hz. Peygamber s.a.v.’in huzuruna bir kimse geldi, o sıralarda hüküm süren şiddetli kuraklıktan şikayet edip yağmur için Allah’a dua etmesini istedi. Bunun üzerine Hz. Rasulullah s.a.v. minbere çıkıp dua etti, hemen sonra yağmur yağdı.

Fakat bir müddet sonra bir grup, Rasulullah s.a.v.’in huzuruna gelip yağmurun haddinden fazla yağdığını, sıkıntıya düştüklerini, neredeyse helak olacaklarını söylediler. Yağmurun durması için dua etmesini talep ettiler. Hz. Peygamber s.a.v. dua etti, yağmur bulutları hemen açılarak şehrin etrafına doğru yayıldı. Bu durum karşısında Rasul-i Ekrem s.a.v. tebessüm etti ve:

– Hey Ebu Talip! Şimdi burada olsaydı çok sevinirdi. Onun söylediği şiiri bize kim söyleyebilir, diye sordu.

Hz. Ali r.a. ayağa kalkarak:

– Bana öyle geliyor ki siz şu şiiri kastediyorsunuz: “Hürmetine bulutlardan yağmur beklenilen bir zat terkedilir mi hiç? / O öyle bir iyiliksever ki, yetimler eline bakar, dullar ona güvenir.”

Hz. Ali r.a. bu şiirden birkaç beyit daha okuduktan sonra Kinâne kabilesinden biri kalktı ve şu beyitle başlayan bir şiir okudu:

– İlâhî! Hamdolsun ki Nebiyy-i Ekrem’in yüzü suyu hürmetine bize yağmur verdin.

Rasulullah s.a.v. okunan şiiri çok beğendiğini söyledi. Abdullah b. Ömer r.a.’ın da Ebu Talib’in yukarıdaki şiirini sık sık tekrarladığı ve Rasulullah s.a.v. yağmur duası için minbere çıktığında bir sahabinin de bu şiiri devamlı okuduğu nakledilir. (Aynî, Umdetu’l-Kârî, VI/12)

***

Mansûr bin Abdullâh, Ebû Abdullâh bin Cellâ’nın hâlini şu şekilde rivâyet etmiştir: İbn-i Cellâ der ki: “Medîne-i Münevvere’ye gelmiştim. Yoksulluk içindeydim. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kabr-i şerîfine vardım. Selâm verdim ve: «–Ey Allâh’ın Rasûlü! Fakr u zarûret içindeyim! Sana misâfir oldum.» dedim. Bir müddet sonra üzerime uyku hâli geldi. Uykuda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bana bir çörek ikrâm etti. Yarımını yedim, sonra uyandım; diğer yarımını da yanımda buldum.”

***

Utbe bin Gazvân -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiğine göre Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Biriniz, kimsenin bulunmadığı bir yerde bir şeyini kaybeder veya yardım istemek mecbûriyetinde kalırsa: Ey Allâh’ın kulları bana yardım ediniz.» diye nidâ etsin. Zîrâ Allâh Teâlâ’nın sizin göremediğiniz kulları vardır.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 132; İmâm Nevevî, el-Ezkâr, 201)

Bu hadîs-i şerîfi nakleden İmâm Nevevî Hazretleri, bizzat başından geçen bir hâdiseyi de şöyle zikretmektedir: “Bana bu hadîsi nakleden zât, buna benzer bir hâdise yaşadığını ve Rasûlullâh’ın emri mûcibince hareket ettiğinde, netîcenin aynen tahakkuk ettiğini bildirmişti. Ben de hayret etmiştim. Daha sonra birgün, yanında bulunduğum bir kimsenin de aynı şekilde devesi kaçtı. Bunun üzerine ben de bu hadîs-i şerîfi naklettim. Bir de baktık ki deve, hiçbir sebep yokken kaçmaktan vazgeçti ve sâhibi deveyi rahatça yakaladı.”

 

Tevessülde Ölçü

Seyyid Ahmed Rifâî k.s., tevessül konusunda şu temel ölçüyü verir:

“Allah’ın kullarından ve dostlarından bir şey istediğiniz zaman onlar vasıtasıyla size ulaşan yardımı sakın kendilerinden görmeyin. Bu şirktir, nimet vermede kulu Allah’a ortak koşmaktır. Sizler Allah’tan bir şey istediğiniz zaman O’dan velileri sevmesinin hatırına isteyin. Allah dostlarının O’nun katında nasıl hatırlı olduğunu şu hadis-i şerif haber vermektedir:

“Fakir ve pejmürde görünümlü nice kimseler vardır ki, insanlara gelip bir şey isteseler (onların zahirine bakılarak) kapıdan geri çevrilir, kendilerine bir şey verilmez. Fakat onlar yüce Allah’tan bir şeyin olmasını isteseler, Allah isteklerini hemen yerine getirir.”

(Müslim, Birr, 138; Tirmizî, Menâkıb, 54; Ahmed Müsned, 3/145; Ebu Ya’lâ, Müsned, nr.:3987)

 

***

Tasavvuf ehli hiçbir veliyi Rab derecesine yükseltmez, hiçbir veliye uluhiyet payesi vermez.

Fatiha suresindeki "İyyake na'budu ve iyyake nestain (Ancak Sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz)" ayeti aleyhte delil olmaz. Çünkü biz hayatımızda pekçok kişiden pekçok konuda yardım alıyor ve şirke düşmek bahis konusu olmuyor. Şu halde ayetteki "ancak Senden yardım dileriz" ifadesi, vesileler ne/kim olursa olsun asıl yardım edenin Allah olduğuna inanmak anlamına gelir.

Bu husus, Allah'ın şifa vermesi için ilaç içmeye benzer.

a) Kimyasal maddelerden oluşan ilaç içmek kişiyi şirke sokmaz. Yeter ki "ilaçlarımı kullandım, iyileştim" derken asıl şifayı verenin Allah (cc) olduğunun bilincinde olalım.

b) Cansız, ruhsuz kimyasal maddelerin bile bize (hastalığımıza) yardımı dokunuyor, Allah (cc) onun sayesinde bize şifa veriyorsa, vefat etmiş de olsa bir velinin -beden kaydından özgürlüğe kavuşmuş ruhu sayesinde ve Allah'ın izniyle- bize bazı hususlarda yardımının dokunması neden mümkün olmasın. Zaten tarih de bu tür olağanüstü hadiselere şahitlik eden olaylarla doludur.

Kaynaklar:
Sıraceddin Önlüer, "Vesile ve tevessül", Semerkand, Kasım 2011, http://semerkanddergisi.com/vesile-ve-tevessul/

Kadir Özköse, "Sufilerin Tevessül ve Vesile Anlayışları", Somuncu Baba, Nisan 2012, s. 26-30
Osman Nuri Topbaş, "Hal İn'ikasları", Nebiler Silsilesi-2

Şâzelî Şeyhler