• https://www.facebook.com/Sazeliyye
  • https://twitter.com/Sazeliyye
    • İbn Ataullah İskenderi'nin (ks) Hikem-i Ataiyye adlı tasavvuf klasiği
    • Şâzeliyye tarikatının Zerrûkıyye kolunun kurucusu Ahmed Zerruk el-Fâsî ks. (ö. 899/1493-94)
    • Sultan II. Abdülhamid Han'ın devam ettiği Şazeli tekkesi Zâfir Efendi Tekkesi (Ertuğrul Tekke)
    • II. Abdülhamid Han'ın Şazeli şeyhi Muhammed Zafir Efendi (ö.1903) ve kardeşleri
    • Şâzeli tarikatına mensup Osmanlı padişahı II. Abdülhamid Han
    • Unkapanı Şâzeli tekkesi (Şazeli Tekke Camii olarak bilinmektedir.)
    • Gaziantepli Kadiri-Şazeli şeyhi Hasan Arslan Hocaefendi (ö.2011)
    • ŞAZELİ ismi marka olarak TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ'ne 10 yıllığına tescil ettirildi!
    • Buna göre, bir başkası tarafından bu isim kullanılarak matbaa, TV, radyo, gazete, dergi, yayınevi, takvim vd. bilumum basım-yayım, eğitim-öğretim, kültür hizmetleri gerçekleştilemez.
Şâzeliyye Tarikatı

Zikir (hadisler)

ZİKRİN ÖNEMİ

Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: “Dünya mel'undur, içindekiler de mel'undur, ancak zikrullah ve zikrullah'a yardımcı olanlarla âlim veya müteallim hâriç.” [Tirmizî, Zühd 14, (2323); İbnu Mâce, Zühd 3, (4112).]

“Zikrullah'a yardımcı olanlar”dan maksad, kaydettiğimiz diğer rivâyetlerden de anlaşılacağı üzere zikrullah sınıfına giren yani Allah rızası için yapılan, Allah'ın emri, Resûlünün (aleyhissalâtü vesselâm) sünnetine müteveccih olan her çeşit hayır amellerdir: İlim talebi, emr-i bi'lma'rûf nehy-i ani'lmünker, sadakalar, sıla-i rahm gibi dinin teşvik ve tecviz ettiği ve Allah'ın hoşuna gidecek her çeşit “iyi ameller.” Yardımcı olanlar diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı müvâlât'tan gelir. Bu, lügat olarak iki şey arasındaki sevgi, dayanışma, yakınlık gibi mânalara gelen bir mastardır. Öyleyse hadis zikrullah'a yakın olan şeyler diye de anlaşılabilir. Şu halde dünyada zikrullah ve bunun gibi Allah'ın hoşuna giden şeyler dışında her şey mel'undur.” (CANAN, VII, 239)

 ***

Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Kul, kendini Allah'ın azabından kurtarmada zikrullahtan daha müessir bir ameli işlememiştir." [Muvatta, Kur'ân 24, (1, 211); Tirmizî, Daavât 6, (3374); İbnu Mâce, Edeb 53, (3790).]

***

Bir adam: “Ya Resulallah! İslam’ın hükümleri çoğaldı. Bana bir şey söyle ona sarılayım” dedi. Resulullah: “Dilin Allah’ı anmaya devam etsin” buyurdu. (Tirmizi, İbn Mace, İbn Hibban, Hakim. Tergib, III, 330)


Zikre devam / Çokça zikir

Abdullah b. Büsr’ün (ra) rivayetine göre, nafile ibadetlerin kendisine ağır geldiğini söyleyen ve ne yapması gerektiğini soran bir kişiye Peygamberimiz (sas), “Dilin, Allah’ın zikriyle devamlı ıslak kalsın” buyurmuştur. (Tirmizi, Dua 4, hn. 3375)

“Size deli deninceye kadar Allah’ı çokça zikrediniz.” (Ahmed, Müsned, III, 68; Hâkim, Müstedrek, I, 499)

Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise Allah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah'ı zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah'ı zikretmezse, Allah'tan ona bir noksanlık vardır.” [Ebû Dâvud, Edeb 31, (4856), 107, (5059); Tirmizî, Daavât 8, (3377); Hadisin metni Ebû Dâvud'a aittir. Sondaki ziyade İbnu Hibbân'ın Mevârid'inden alınmadır (2319).]

 

Zikir meclisi

"Bir topluluk oturup Allah'ı zikrederse, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar.“ (Müslim, Zikir, 8)

"Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman orada yiyiniz, içiniz, yararlanınız." Cennet bahçeleri nedir? sorusuna: "Zikir meclisleri" diye cevap vermiştir. Başka bir rivâyette “Zikir halkaları” şeklindedir. (Tirmizî, Daavat 82; Ahmed, Müsned, III, 150)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ’nın yollarda dolaşıp zikredenleri tesbit eden melekleri vardır. Bunlar Cenâb–ı Hakk’ı zikreden bir topluluğa rastladıkları zaman birbirlerine “Gelin! Aradıklarınız burada!” diye seslenirler
ve o zikredenleri dünya semâsına varıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kuşatırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, meleklerden daha iyi bildiği halde yine de onlara:
– “Kullarım ne diyor?” diye sorar. Melekler: – Sübhânallah diyerek seni ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, sana hamdediyorlar ve senin yüceliğini dile getiriyorlar, derler. Konuşma şöyle devam eder: – “Peki onlar beni gördüler mi ki?”

– Hayır, vallahi seni görmediler.

– “Beni görselerdi ne yaparlardı?”

– Şayet seni görselerdi sana daha çok ibadet ederler, şânını daha fazla yüceltirler, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni daha çok
tenzih ederlerdi.

– “Kullarım benden ne istiyorlar?”
– Cennet istiyorlar.

– “Cenneti görmüşler mi?”

– Hayır, yâ Rabbi! Vallahi onlar cenneti görmediler.

– “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”

– Şayet cenneti görselerdi onu büyük bir iştiyakla isterlerdi, onu elde etmek için büyük gayret sarfederlerdi.

– Bunlar Allah’a neden sığınıyorlar?”

– Cehennemden sığınıyorlar.

– “Peki cehennemi gördüler mi?”

– Hayır, vallahi onlar cehennemi görmediler.

– “Ya görseler ne yaparlardı?”

– Şayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, ondan pek fazla korkarlardı.

Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklerine:

– “Sizi şahit tutarak söylüyorum ki, ben bu zikreden kullarımı bağışladım” buyurur.

Meleklerden biri: – Onların arasında bulunan falan kimse esasen onlardan değildir. O buraya bir iş için gelip oturmuştu, deyince Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.” (Buhârî, Daavât 66. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251–252, 358–359. Riyazü's-Salihin, hadis nu: 1450)


Müslim’in bir rivayeti şöyledir:

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ’nın diğer meleklerden ayrı, sadece zikir meclislerini tesbit etmek üzere dolaşan melekleri vardır. Allah’ın zikredildiği
bir meclis buldular mı, o kimselerin aralarına otururlar ve diğer melekleri oraya çağırarak cemaatin arasındaki boş yerleri ve oradan dünya semasına kadar olan mesafeyi kanatlarıyla oldururlar. Zikredenler dağılınca onlar da semâya çıkarlar. Allah Teâlâ daha iyi bildiği halde onlara:
– “Nereden geldiniz?” diye sorar. Melekler de: – Yeryüzündeki bazı kullarının yanından geldik. Onlar
Sübhânallah diyerek ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, lâ ilâhe illallah diyerek seni tehlil ediyorlar, elhamdülillâh diyerek sana hamdediyorlar ve senden istiyorlar, derler. (Konuşma şöyle devam eder):

– “Benden ne istiyorlar?”

– Cennetini istiyorlar.

– “Cennetimi gördüler mi?”

– Hayır, yâ Rabbi, görmediler.

– “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”

– Senden güvence isterlerdi.

– Benden neden dolayı güvence isterlerdi?”

– Cehenneminden yâ Rabbi.

– “Peki benim cehennemimi gördüler mi?”

– Hayır, görmediler.

– “Ya görseler ne yaparlardı?”

– Senden kendilerini bağışlamanı dilerlerdi.

Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Ben onları affettim. İstediklerini onlara bağışladım. Güvence istedikleri konuda onlara güvence verdim.

Bunun üzerine melekler: – Yâ Rabbi, çok günahkâr olan falan kul onların arasında bulunuyor. Oradan geçerken aralarına girip oturdu, derler. O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Onu da bağışladım. Onlar öyle bir topluluktur ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.” (Müslim, Zikir 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 129. Riyazü's-salihin, hadis nu: 1450)


Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.” (Müslim, Zikr 39, 38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 14; Tirmizî, Daavât 7; İbni Mâce, Mukaddime 17. Riyazü's-Salihin, hadis nu: 1451)

Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Muâviye radıyallahu anh mescidde halka halinde oturan bir cemaatin yanına geldi ve:

Burada niçin böyle toplandınız? diye sordu.

Allah’ı zikretmek için toplandık, diye cevap verdiler. O tekrar:

Allah aşkına doğru söyleyin. Siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz? diye sordu.

Evet, sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Muâviye:

Ben sizin sözünüze inanmadığım için yemin vermiş değilim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e benim kadar yakın olup da benden daha az hadis rivayet eden yoktur. Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ilim halkasında oturan sahâbîlerinin yanına geldi de onlara:

– “Burada niçin oturuyorsunuz?” diye sordu.

Bize İslâmiyet’i nasip ederek büyük bir lutufta bulunması sebebiyle Allah’ı zikretmek ve ona hamdetmek için oturuyoruz, diye cevap verdiler. Resûl–i Ekrem:

– “Gerçekten siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz?” diye sordu.

Evet, vallahi sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü:

– “Ben size inanmadığım için yemin vermiş değilim. Fakat
bana Cebrâil gelerek Allah Teâlâ’nın meleklere sizinle iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle söyledim”
buyurdu. (Müslim, Zikir 40. Ayrıca bk. Nesâî, Kudât 37. Riyazü's-Salihin, hadis nu: 1453)

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah'ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil'in oğullarından dört tanesini âzad etmemden daha sevgili gelir. Allah'ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar oturmam dört kişi âzad etmemden daha sevgili gelir.”
[Ebû Dâvud, İlm 13, (3667).]

***

Amr b. Yahya şöyle rivâyet etmiştir: Babam, babasından şöyle rivâyet etti: Sabah namazından önce Abdullah b. Mes’ud’un kapısının önünde oturuyorduk. Dışarı çıktığında onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Mûsâ el-Eş’arî yanımıza geldi ve: “Ebû Abdirrahman (yani Abdullah b. Mes’ud) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?” dedi. “Hayır, gelmedi” dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Mûsâ ona şöyle dedi: “Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığım bir durum gördüm. Ama yine de Allah’a hamd olsun hayırdan başka bir şey görmüş değilim.” (Abdullah) “Nedir o?” diye sordu. O da: “Yaşarsan birazdan göreceksin” dedi (ve) şöyle devam etti: “Mescidde halkalar halinde oturmuş namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (idâreci) bir adam, (halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşları var. (İdâreci): “100 defa Allahu Ekber deyin” diyor, onlar da 100 defa Allahu Ekber diyorlar. (İdâreci): “100 defa Lâ ilahe illallah deyin” diyor, onlar da 100 defa La ilahe illallah diyorlar. “100 defa Sübhanallah deyin” diyor, onlar da 100 defa Sübhanallah diyorlar. Ebû Abdurrahman (Abdullah b. Mes’ud): “Peki onlara ne dedin?” dedi. “Senin fikrini öğrenene ve ne yapmam gerektiğini söyleyene kadar onlara hiçbir şey söylemedim” dedi. Dedi ki: “Onlara kötülüklerini sayıp (hesab etmelerini) emretseydin ve, (bununla) iyiliklerinden hiçbir şeyin zâyi edilmeyeceğine dâir onlara güvence verseydin ya!” Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: “Bu yaptığınızı gördüğüm şey nedir?” Dediler ki: “Ebû Abdirrahman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, Lâ ilâhe illallah ve Sübhanallah deyişleri sayıyoruz.” (Bunun üzerine Abdullah b. Mes’ud) dedi ki: “Artık kötülüklerinizi sayıp hesab edin! Ben, iyiliklerinizden hiçbir şeyin zâyi edilmeyeceğinize kefilim. Yazıklar olsun size! Peygamberiniz(sav)’in şu sahâbesi (içinizde hâlâ) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri (henüz) eskimemiş; kabları (henüz) kırılmamış. Cânım elinde olan Allah’a yemin olsun ki, sizler ya Muhammed(sav)’in yolunu takip edeceksiniz ya da sapıklığa düşeceksiniz!” Onlar: “Vallahi, Ebû Abdirrahman, biz sâdece hayrı (elde etmek) istedik” dediler. (O da) şöyle karşılık verdi: “Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Resûlullah(sav) bize haber vermişti ki; Kur’ân’ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sâdece dilde kalacak), boğazlarından (nefislerinden) ileri gitmeyecek. Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir.” Sonra (Abdullah) onlardan yüz çevirdi.

(Amr b. Yahya’nın dedesi) Amr b. Saleme, bundan sonra şöyle demiştir: “Bu halkalardaki insanların pek çoğunu, Nehrevân olayında(*), Hâricîlerin safında bize karşı vuruşurken gördük.”

Dârimî, Mukaddime 23 (204); Taberânî, Mu’cemu’l-kebîr, IX, 125 (8630); Abdurrezzak, Musannef, III, 221 (5409). Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, I, 181) 

AÇIKLAMA

Nehrevân, Bağdâd ile Vâsıt arasında bir yerin adıdır. Burası, Hz.Ali ile Hâricîler arasında hicrî 37 (veya 38) yılında vuku bulan ve Hz.Ali’nin zaferi ile sonuçlanan savaş dolayısıyla meşhur olmuştur.
İmam Münzirî, et-Tergîb ve’t-terhîb adlı eserindeki “Kitâbu’z-Zikir ve’d-Duâ”da, “Zikir Meclislerinde Bulunmanın ve Allah’ı Zikretmek İçin Toplanmanın Fazîleti” başlığı altında sahîh, mûteber birçok hadîsi kaydetmiştir. Bu hadîslerde ayrıca, kimi sahabîlerin zikirlerini hurma çekirdeği, çakıl taşları vb. yardımı ile yaptığı da bildirilmektedir. Bu bilgiler ışığında yukarıdaki habere baktığımızda, Abdullah b. Mes’ud(ra)’un, mesciddeki zikir halkasına yaptığı itiraz şöyle değerlendirilebilir: “İtirazın sebebi zikrin yeri ve şeklidir. Mescidde yapılan böylesi bir zikir, zamanla bütün Müslümanlarca ‘dinin bir gereği’ olarak anlaşılıp yapılacak bir ibadet halini alabilirdi. Bu ise, kınanan bid’atlardan biri olurdu. Bir kişinin başkanlığında, onun komutlarıyla yapılan “şeklî” bir zikir de tenkid konusu yapılmış olabilir. Nitekim hadîsin sonunda, söz konusu zikir meclisine katılmış olanların, ilerde şeklî mutaassıp dindarlıklarıyla bilinen Hâricîlerin saflarında görülmüş olmalarında da bu son hususa işaret vardır.”

***

Şeddâd b. Evs anlatıyor:

Rasûlullah’ın yanındaydık. Bize: “Aranızda yabancı, yani Ehl-i Kitab’tan kimse var mı?” diye sordu. “Hayır yâ Rasûlallah” dedik. Kapının kapatılmasını emir buyurdu. Ve, “Ellerinizi kaldırın ve ‘Lâ ilâhe illallah’ deyiniz” dedi. Biz de ellerimizi bir süre kaldırdık. Sonra Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Sana hamd ederim ki, bu kelime-i tevhidi benimle tebliğ buyurdun. Onunla zikretmemi bana emrettin, karşılığında cenneti vaad ettin. Şüphesiz vaadinden dönmezsin.” (Ahmed, Müsned, IV, 124; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, VII, 289-290, 7163; Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid, I, 18; X, 81)

Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah'ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil'in oğullarından dört tanesini âzad etmemden daha sevgili gelir. Allah'ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar oturmam dört kişi âzad etmemden daha sevgili gelir.” [Ebû Dâvud, İlm 13, (3667).]

Abdullah İbnu Amr (radıyallahu anhümâ)  anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir gün, hücrelerinden  birinden çıkıp mescide girmişti. Mescidde ise iki halka vardı. Birinde halk, Kur'an okuyor, Allah'a dua ediyordu. Diğerindekiler ilim öğrenip ilim öğretmekle meşguldü. Aleyhissalâtu vesselâm: "Her ikisi de hayır üzeredir: Şunlar Kur'an okuyorlar, Allah'a dua ediyorlar, Allah (taleplerini) dilerse onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar ise öğrenip öğretiyorlar. Ben de bir muallim olarak gönderildim!" buyurdular ve ilim halkasına oturdular." (İbn Mace, hadis nr. 229)

 

La ilahe illallah

Peygamberimiz “İmanınızı yenileyin!” buyurdu. “İmanımızı nasıl yenileriz?” diye soruldu. “La ilahe illallah sözünü çoğaltarak” dedi. (Buhari, Tarih, IV, 201; Ahmed, Müsned, II, 359, 8694)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Bir kimse her gün yüz defa, lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l–mülkü ve lehü’l–hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, derse, on köle âzâd etmiş kadar sevap kazanır; ona yüz iyilik sevabı yazılır; yüz günahı bağışlanır; bu zikir o gün akşama kadar o kimsenin şeytandan korunmasını sağlar. Bu zikri ondan daha fazla tekrarlayan kimse dışında hiç kimse daha faziletli bir iş yapmamış olur”. Resûl–i Ekrem sözüne şöyle devam etti: “Bir kimse günde yüz defa sübhânallâhi ve bi–hamdihî derse, onun günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır.” (Buhârî, Bed’ü’l–halk 11; Daavât 64, 65; Müslim, Zikir 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 59, 62; İbni Mâce, Duâ 14. Riyazü's-salihin, hadis nu: 1413)

Allah lafzıyla zikir

Rasulullah’a, “Hangi amel daha faziletlidir?” diye sorulduğunda, Rasulullah: “Dilin Allah Allah derken ölmendir” buyurmuştur. (İbn Ebi’d-Dünya, İbn Hibban, Taberânî. Tergib, III, 331)

“Allah Allah … diyen bulundukça kıyamet kopmaz.” (Müslim, İman 234; Abdurrezzâk, Musannef, XI, 402, 20847)

“Yeryüzünde Allah Allah … denildikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Müslim, İman 234; Tirmizî, Fiten 35)


HAFİ VE CEHRİ ZİKİR

Hz. Ebû Hüreyre'nin rivâyetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri diyor ki: “Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir. O, beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden anarsa, ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” [Buhârî, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizî, Daavât 142, (3598).]

“Allah’ın kulu zikretmesi”, sevap ve rahmetle gizlice anmasıdır. (CANAN, XIII, 263)

 ***

İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre; farz namazları bitirdikten sonra zikirde sesi yükseltmek Rasûlullah zamanında vardı. (Buhârî, Ezân 155)

 ***

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler: Adil imam, Allah'a ibadet içinde yetişen genç, Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse, Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için biraraya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi, Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde: "Ben Allah'tan korkarım" de(yip icabet etmey)en kimse, Sağ eliyle verdiğini sol eli görmeyecek kadar gizli bir şekilde sadaka veren kimse, Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse.” [Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim 91, (1031); Muvatta 14, (952, 953); Tirmizî, Zühd 53, (2392); Nesâî, Kudât 2, (8, 222, 223).]

***

“Zikrin hayırlısı gizli olanı, rızkın hayırlısı da kifâyet miktarında olanıdır.” (Ebû Ya’lâ, Müsned, II, 82, 731; Ahmed, Müsned, I, 172)

***

Ebû Musa el-Eş’arî anlatıyor: Bir gün seferde Rasulullah’la beraberdik. İnsanlar sesli olarak tekbir getirmeye başladılar. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: “Kendinize acıyın. Siz ne sağıra ne de gaib olana dua ediyorsunuz. Sizi gören ve işiten zâta dua ediyorsunuz. O sizinle beraberdir. Dua ettiğiniz zât, birinize bineğinizin boynundan daha yakındır.” (Buhârî, Daavât 50, 67; Müslim, Zikir 44-46)

***

Hz. Âişe’den: Rasulullah Hafaza meleklerinin işitmediği gizli zikrin, yetmiş kat daha faziletli olduğunu söylemiş ve şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde, Allah kullarını hesaba çekmek için toplar. Hafaza melekleri topladıkları ve yazdıklarını getirirler. Allah onlara, “iyice bakın, geriye bir şey kaldı mı?” der. Onlar: “Ey Rabbimiz! Bildiğimiz ve muhafaza ettiğimiz şeylerden bir şey geriye bırakmadık. Ancak bildiğimiz ve muhafaza ettiğimiz şeyleri saydık ve yazdık, derler. Bunun üzerine Allah o kula şöyle buyurur: “Senin benim yanımda bilmediğin (ve meleklerin bilmediği) bir (özel) amel defterin var. Ben seni onunla mükâfâtlandıracağım. O da gizli zikirdir.” (Ebu Ya’lâ, Müsned, VIII, 182-183, 4738; Deylemî, Firdevs, II, 373, 2993; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, X, 81)

 ZİKİR ALLAH’A YAKINLIĞI SAĞLAR

 Hz. Ebû Hüreyre'nin rivâyetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri diyor ki: “Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir. O, beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” [Buhârî, Tevhid 15, 35, 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizî, Daavât 142, (3598).]

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Aziz ve celil olan Allah buyurmuştur ki: "Kulum, beni andığı ve dudakları benim için kımıldandığı an ben kulumla beraberim." (İbn Mace, İbn Hibban. Tergib, III, 330)

Şâzelî Şeyhler