• https://www.facebook.com/Sazeliyye
  • https://twitter.com/Sazeliyye
    • İbn Ataullah İskenderi'nin (ks) Hikem-i Ataiyye adlı tasavvuf klasiği
    • Şâzeliyye tarikatının Zerrûkıyye kolunun kurucusu Ahmed Zerruk el-Fâsî ks. (ö. 899/1493-94)
    • Sultan II. Abdülhamid Han'ın devam ettiği Şazeli tekkesi Zâfir Efendi Tekkesi (Ertuğrul Tekke)
    • II. Abdülhamid Han'ın Şazeli şeyhi Muhammed Zafir Efendi (ö.1903) ve kardeşleri
    • Şâzeli tarikatına mensup Osmanlı padişahı II. Abdülhamid Han
    • Unkapanı Şâzeli tekkesi (Şazeli Tekke Camii olarak bilinmektedir.)
    • Gaziantepli Kadiri-Şazeli şeyhi Hasan Arslan Hocaefendi (ö.2011)
    • ŞAZELİ ismi marka olarak TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ'ne 10 yıllığına tescil ettirildi!
    • Buna göre, bir başkası tarafından bu isim kullanılarak matbaa, TV, radyo, gazete, dergi, yayınevi, takvim vd. bilumum basım-yayım, eğitim-öğretim, kültür hizmetleri gerçekleştilemez.
Şâzeliyye Tarikatı

Frithjof Schuon (İsa Nureddin)



Frithjof Schuon (Şeyh Îsâ Ahmed Nûreddîn eş-Şâzelî ed-Darkâvî el-Alavî el-Meryemî)


1907 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde Alman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının müzisyen olması sebebiyle sanata değer veren bir aile ortamında yetişti. İlk öğrenimini Almanca gördü. Fakat babası ölünce annesiyle Mulhouse'a göç ettiler, burada Fransız vatandaşı oldu ve eğitimini Fransızca sürdürdü. Çocukluğundan itibaren, bilhassa gençliğinde Batı felsefesi klasiklerini, Doğu metafiziğini okudu. Bir türlü tatmin ve teskin olmayan ruhu, Rene Guenon'un düşüncesini tanıyınca huzura erdi. Guenon felsefesi onun hayatında önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Derslerin monotonluğu ve basitliğin sebebiyle okulu terk etti. Tekstil desinatörlüğü yaparak geçimini sağlamaya başladı. Paris Camii'nde Arapça öğrenmeye başladı, Müslümanları ve İslamiyeti tanıma fırsatı buldu.

Seyyid Hüseyin Nasr’dan nakille Schuon’ün, İslâm dinine girişinin hikâyesi şöyledir:

“Bir gün ne yapacağını merak ederken, Allah’a şöyle dua ederek söz verir; belli bir günde, öğlene kadar Sema’dan bir işaret gelirse o işaretin ima ettiği dine girecektir. O gün, dairesinden onikiye çeyrek kala çıkar ve işlek bir ana caddeye doğru yürür. Öğleye tam beş dakika kala, tamamen İslâmî kıyafetler giymiş Kuzey Afrika askerlerinden oluşan bir bölük at sırtında meydanı geçerler. Paris’in orta yerinde gerçekleme ihtimali çok az olan bu işaretin mânâsı bellidir ve Schuon Tanrı’ya olan sözünü tutmaya karar vererek hemen İslâm’ı kabul eder.” (Nasr, “Frithjof Schuon and Islâmic Tradition”, s. 29)

Askerlik vazîfesini ifâsından sonra ve 1929’daki ekonomik buhranın eşiğinde, Schuon Paris’e yerleşti ve kendine orada tekstil desinatörü olarak iş buldu. Malî durumu hala çok iyi değildi ama o buna kayıtsızdı. Yahudi bir arkadaşından Arapça öğrendi ve camiide dersler aldı ama yoğun ilgisine rağmen ciddi olarak İslâm’a girmeyi henüz düşünmüyordu. Yine de 9 Nisan 1931’de arkadaşı Jenny’ye yazdığı mektubunda Arapça hatla yazdığı Besmele-i Şerif’le başlamıştı. Bu mektupta Guénon’dan üstâd diye bahsetmektedir.

Birkaç ay sonra yine Jenny’ye yazdığı bir mektupta “İslâm altından gözleri ile bana bakıyor. Beni zehriyle kemiren bu iğrenç atmosfere dayanmaktan bîtab düşmüşüm, İslâm’ın içine dönüşü olmayacak bir şekilde dalacak mıyım? Herşey takdir-i İlâhî” der.

Şubat 1932’de birdenbire işini kaybeden Schuon, Avrupa’nın tadına yeteri kadar baktığını düşünerek, parasız ve ümidini yitirmiş bir şekilde Cezayir’e çekilmeye karar verir. Ayın 21’inde arkadaşı Oesch’e yazdığı mektupta şunları söyler: “Biskra’ya (çölde bir vaha) ölmek için değil, Tek’in muradı doğrultusunda arınmak için gidiyorum. Artık hiçbir şeye ihtiyacım yok. Belki de hiç duyulmamış bir şarkı gibi buharlaşır uçarım. Batı bir tekerlek gibi üstümden geçti ve kaburga kemiklerimi kırdı. Bundan sonra artık daha fazla tâviz yok. Sadece yaşayanların ve ölülerin efendisi Yüce Tanrı var.”

Schoun'un İslam geleneğini yakından tanıması ve doğrudan Müslümanlarla münasebet kurması 1932 yılında Cezayir'e gitmesiyle mümkün oldu. 


Orada Şeyh Ahmed el-Alavi ile tanıştı, yanında dört ay kaldı1933 yılının Şubat ayında Şeyhin kendisi tarafından, Şeyhin mukaddemi (vekili, halifesi) Adda Bin Tounes’in yanında tarîkata kabul edildi. Burada kendisine İsa Nûreddin ismi verildi.

1935 Martında, Schuon Mustaganem’e geri döndü. Sidi Adda Ben Tounes, Şeyh Ahmed el-Alavî’nin vefatından sonra yerini almıştı. Bu ziyaret esnasında Şeyh Adda, Schuon’e mukaddemlik makâmını tevcih etti. Şeyh Adda, Şeyh Ahmed el-Alavî’nin dileği mûcibince, bu kararı aldığını ve kararın Schuon’ün girdiği uzun ve terbiye edici bir halvetin ardından verildiğini söyler. (Aymard ve Laude, s. 140-141)

İslâm’ı tercih ediş nedenini Kara Geyik’in oğluna yazdığı 1947 tarihli bir mektupta aşağıdaki gibi özetler: “Tanrı’da yaşamak istemiştim. Tanrı’yı sadece sevmek değil, aynı zamanda da bilmek istemiştim ve bizim zamanımızın Hristiyanlık’ı bize sadece Tanrı’yı sevmeyi öğretiyor, asla bilmeyi değil. Bir de, kısa bir zaman içinde Tanrı’nın bana bir vazife vereceğini de biliyordum. Bu sebeple, Tanrı’yı bilmek için –çünkü bu doğamın bir ihtiyacıydı ve Tanrı da her kulunun kendisine ona verdiği doğaya uygun olarak ibadet etmesini ister- bu kutsal bilgiyi, Araplar’ın arasındaki mübarek bir insanda, Ahmed el-Alavî’de buldum. O benim manevî rehberimdi ve birçok mürîdi vardı. Orada aradığımı buldum: Tanrı’yı bilmek ve Tanrı’yı bilmenin araçları”. (Aymard ve Laude, s. 62)

Schuon’ün Ahmed el-Alavî hakkındaki izlenimleri şöyledir:

“Böyle manevî bir rehberle karşılaşmayı insan, yirminci yüzyılın ortasında bir ortaçağ azizi yahut Yahudi babasıyla tanışmakla karşılaştırabilir. Günümüzün büyük tasavvuf şeyhlerinden Şeyh el-Hacc Ahmet Ebû Abbas ibn Mustafa el-Alavî’nin bıraktığı intibâ buydu. Kahverengi bir cebellâ giymiş ve beyaz sarık takmıştı, gümüş rengi sakallıydı, ileriyi gören gözleri ve uzun elleri vardı. Ellerinin hareketleri Şeyhin bereketi ile doluydu. Efendimiz Halil İbrahim’in zamanından saf ve arkaik bir ambiyası dışarı yansıtıyordu. Zayıf, yumuşak bir sesle konuşuyordu, kelimeler damla damla düşüyordu. Gözleri iki mezar lambası gibiydi, önlerindeki nesneler ne olursa olsun sadece tek doğruyu görüyorlardı. ... Ruhu, İlâhî ismin zikrin içinde saklı hududsuz gizemlerine dalmıştı... Şahsından gerçek ötesi bir şeyler yayılıyordu, soyut sadeliği içinde öyle uzak, öyle kapalı ve öyle tahmin edilemezdiki. Bir velîye, bir lidere, yaşlı bir adama, ölmek üzere olan birine karşı duyulan bir hürmet etrafını sarmıştı.” (Aymard ve Laude, s. 17-18)


Seyyid Hüseyin Nasr, Schuon’ün Alaviyye tarîkatına Şeyh Ahmed el-Alavî elinden intisâbına dair son zamanlarda dile getirilen şüpheleri izale etmek için şunları söyler: 
“Schuon nasıl manevî bir rehbere susadığını ve böyle birini bulamazsa çöle çekilmeye karar verdiğini nakleder. Fakat kaderin elleri onu Cezayirli büyük tasavvuf şeyhi Ahmed el-Alavî’nin karşısında çıkartır. Geçmiş yıllarda, bazı iftiracılar Schuon’ün Şâzelî-Alavî tarîkatı ile olan bağlantısına ve bu tarîkatın silsilesinde olması gerçeğine şüphe düşürmek istediler. İlk önce şunu söyleyelim: Schuon’ün Ahmed el-Alavî’ye intisâb etmediğini kanıtlar hiçbir delil yoktur. Aksine, yıllar içinde, birçok Faslı ve Cezayirli fukara Schuon’ün büyük şeyh Ahmed el-Alavî’nin elinden icâzet aldığına şehâdet etmiştir. 1960’larda Alevî tarîkatının Suriye kolunun bir kısım mensupları ile tanıştık. Bu kişiler bize Şeyh İsa’nın nasıl olduğunu sordular ve yaşlı fukara’nın onlara Şeyh İsa’nın 1932’de Mustaganem’e gelişinin ve Şeyh Ahmed el-Alavî tarafından tarîkata kabul edilişini ve yine Şeyh Ahmed el-Alavî tarafından ilk halvetine sokuluşunun hikayesini anlattıklarını naklettiler. Sadece üç sene önce Fas’ta da Şeyh İsa’dan haber soran yaşlı Şâzelîlerden yine benzer hikayeler duyduk. Schuon’ün mukaddem olarak seçilmesine gelince, gerçeklere rağmen eğer iftiracılar durumdan şüpheye düşüyorsa, bu inkâr silsileyi zedelemez. Birçok tarîkatten birçok fakir mukaddem yahut halîfe olarak tayin edilmedikleri halde sonradan takdir-i İlâhîyle şeyh olmuşlardır. Klasik tasavvuf tarihi, özellikle de sonraki zamanların tasavvufunda yaygın olan çeşitli işlevlerin henüz varolmadığı ilk yüzyıllar bu tür hikayelerle doludur. Her hâlükârda bir mürşîd yahut şeyhin hakîki doğası mürîdlerinin kalitesi ile ölçülür. Ağaç verdiği meyveye göre değerlendirilir. Bu bağlamda, şunu da söyleyebiliriz ki 1938’de Kahire’deyken Schuon aynı zamanda Kadirîyye tarîkatına da intisâb etti. İbnü’l-Arabî gibi bilinen belli başlı tasavvuf önderlerinin örneğinde olduğu gibi, birden çok yere bağlıydı. Schuon bize ayrıca Alavîyye’ye intisâb ettikten hemen sonra “yeşil peygamber” diye de bilinen, İslâm’da hiç kesilmeyen silsilevî işlevi temsil eden Hızır ile karşılaştığını söylemiştir. Bu karşılaşmanın Schuon’ün kendi Hızır neşvesi ile alâkasız olması imkansızdır.” (Nasr, “Frithjof Schuon and Islamic Tradition”, sf. 46 -47)

Ondaki Batı felsefesi birikimi tasavvufla yeni bir boyut kazanmış ve felsefe hikmete dönüşmüştü. 1938'de, uzunca bir süredir yazışmakta olduğu René Guénon'u ziyaret için Mısır'a gitti. Ertesi yıl 1939'da Hindistan'a giderken yine Mısır'a uğradı. Hindistan'a varışından birkaç ay sonra 2. Dünya Savaşı patlak verdi. Fransız dönünce askere alındı. Savaş sırasında Almanlar tarafından yakalanıp hapsedildi. Alman bir aileden geldiği için bu defa da Almanlar onu savaşa katılmaya zorladı. Bunun üzerine İsviçre'ye kaçarak İsviçre vatandaşlığına geçti. Yaklaşık 40 yıl Lozan'da yaşadı. 1949 yılında kendisi gibi ressam olan, metafiziğe ve dine derin ilgi duyan Alman asıllı İsviçreli bir kadınla evlendi. Eserlerini burada (çoğunlukla Fransızca) kaleme aldı.

Nasr, Schuon’ün İslâmî elbiseler giymesinin arkasındaki sebebi şöyle anlatır:

“1957’de, Schuon’le Lozan yakınlarındaki evinde ilk defa karşılaştığımızda, her zaman olduğu gibi, tamamen geleneksel Mağrip elbiselerine bürünmüştü. Bize, birçok kişinin Avrupa’nın ortasında neden ısrarla geleneksel İslâmî elbiseler giydiğini merak ettiğini söylemiş ve bunun sebebinin İslâm  Peygamberi’nin bereketinin böyle bir elbisenin içinden aktığını ve bu bereketin tam mânâsıyla ancak böyle bir elbisenin içinde tecrübe edilmesi olduğunu söylemişti. Bu kıyafetleri giymek kişinin varlığına Muhammedî bereketi getirir ve ibadet ve zikirleri kolaylaştırır. Aynı zamanda da Schuon’ün içinde yaşadığı ve mürîdlerine de özel yaşam alanlarında ve tabiî ki hepsinden önce evlerinde ve ibadete ayırdıkları odalarında mümkün olduğu derecede oluşturmalarını istediği geleneksel İslâmî ortamın yaratılmasına yardımcı olur.” (Nasr, “Frithjof Schuon and the Islâmic Tradition”, s. 45 – 46)

Hem eşi Catherine Schuon anılarında anlattıklarından hem de İngiltere’deki mukaddemi Martin Lings ile Amerika’daki mukaddemi Seyyid Hüseyin Nasr’ın anlattıklarından yola çıkarak Schuon’ün özel hayâtının da esâsen, Batı’nın kalbinde yaratılmış bir geleneksel İslâmî ortamın tekrar yaratılması ile oluşmuş bir atmosfer olduğunu anlıyoruz. Nasr bu durumu şöyle açıklıyor: “Schuon’ün İsviçre’deki evinin içi, en güzel geleneksel Mağrip evlerinin içi gibiydi, ve bu evin içinde kişi kendini İslâm dünyasının geleneksel atmosferinde hissederdi. Ama bunun sebebi sadece evin İslâm sanatının örnekleri ile dolu olmasından kaynaklanmıyordu. Schuon’ün günleri farz namazla bölümlere ayrılmıştı ve gençliğinde sadece Ramazan’da değil, Peygamber’in sünnetini tâkip ederek başka birçok günde de oruç tutardı. Neredeyse her gün Kur’an okurdu. İslâm’a girdiği andan itibaren, dininin ekzoterikten en ezoteriğine kadar pratiklerini yerine getirerek Müslüman olarak yaşadı. Daha önce de bahsedildiği gibi, ezoterizmin ve evrensel metafiziğin en büyük sözcülerinden olması, formlar sathında Müslüman olmasını etkilememiştir. Hristiyanlık, Hinduizm, Budizm, Şamanizm ve diğer dinler hakkında belâgatle yazılar yazsa da tâkipçileri için onun ismi Şeyh İsa Nureddin Ahmed’di, başka bir şey değildi. Ve öldüğünde de geleneksel uygulamalara sıkı sıkı bağlı kalınarak İslâmî törenle defnedilmiştir”. (Nasr, “Frithjof Schuon and the Islâmic Tradition”, s. 31)

Schuon aralarından özellikle Hz. Ali’yi sevdiği dört halîfeden başka, Şeyh Ahmet el-Alavî gibi tasavvufun büyük üstadları üzerinde de çalışmış ve onları takdîr etmiştir. Bu üstadlardan bazıları: Cüneyd, Arap sufi şair Nifferî, Şeyh Ebu’l-Hasan el-Şâzelî ve aralarında İbn Meşîş, Ebu Medyen, İbnü’l-Arabî ve tabiî ki kendi manevî üstadı Şeyh el-Alevî bulunan birçok diğer Mağribli şeyh. Schuon, kendi üstadı Ahmet el-Alavî’ye surhomme (süperman) derdi, hayâtının sonuna kadar da şeyhinin eserlerinden alıntılar yapmaya devam etti. Schuon, İbnü’l-Arabî ’yi de severdi ve gençliğinde onun şiirlerinden bazılarını Fransızca’ya tercüme etmişti, ama İbnü’l-Arabî ’yi bütün İslâmî ezoterizmle özdeşleştirmeyi ve böyle yapan kimi Guénoncuların fikirlerini reddetmişti. İbnü’l-Arabî ’ye Şeyh’ü-l Ekber diyerek saygısını belli eden Schuon yine de onun kimi görüşlerinin pürüzlü olduğunu düşünüyordu.

1950’lerin sonundan itibaren, Nasr vasıtasıyla Farslı tasavvuf üstadlarının eserleri ile tanışan Schuon, özellikle Mevlânâ’ya, Şebistârî’ye, Câmî’ye bağlandı ve Mevlânâ’nın tasavvuftaki en evrensel velî olduğu kanaati onda hasıl oldu.

1960’larda, Kutsal Bâkire’nin [Hz. Meryem'in] kendisine görünmesinden sonra 1930’larda Avrupa’da kurduğu tarîkata Meryemîyye ismini de ekledi ve Şeyh İsa Nûreddin el-Alavî el-Meryemî ismini kullandı.

1968 yılında Türkiye'ye, Hıristiyanlarca Hz. Meryem'in mezarının bulunduğuna iddia edilen Efes yakınındaki Kuşadası'nda kaldı.  1981'de Amerika'ya göç eden arif ve filozof Schoun 5 Mayıs 1998'de inzivada yaşadığı Amerika'nın Bloomington kentinde vefat etti ve evinin bahçesine defnedildi. Dünyanın çeşitli yerlerindeki Şazeli tekkelerinde onun için gıyabi cenaze namazları kılındı.

Schoun'un Türkçe'ye çevrilen eserleri şunlardır:

-İslam'ı Anlamak,

-İslam'ın Metafizik Boyutları

-İslam ve Ezeli Hikmet

-Dinlerin Aşkın Birliği

-Varlık Bilgi ve Din.

Schoun bıraktığı otuz küsür eser ve yüzlerce makalenin yanında, Michel Valsan (Schoun'un halifesi), Seyyid Hüseyin Nasr (Schuon'un mukaddemlerindendir), Huston Smith, Titus Burckhardt (Schuon'un müridlerindendir), Gai Eaton, Martin Lings (Schuon'un mukaddemlerindendir) ve Victor Danner gibi önemli şahsiyetlerin düşünceleri üzerinde de etkili olmuştur.





 Guenon ve Schoun birlikte


Martin Lings ve Schoun

  


(1956)


Schuon ve halifesi Michel Valsan



Kaynak:

Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri (1839-2000), İstanbul: Dergah Yayınları, 2002, s. 500-501

Adnan Aslan, "Vefeyat", İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı: 2, 1998, ss. 289-293

Mahmut Kanık, "Frithjof Schoun'un Hayatı ve Eserleri", İslam'ın Metafizik Boyutları, Frithjof Schuon, çev. Mahmut Kanık, İstanbul 1996, ss. 11-14

Hüseyin Yılmaz, Ezeli Hikmet ve Dinler, İstanbul 2003, ss. 121-124

???, "İsa Nureddin". TDV İslam Ansiklopedisi

İbrahim Çelik, Gelenekselci Ekolün Tasavvufi Görüşleri (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, Van 2006, s. 17-18

Betül Özel Çiçek, Frıthjof Schuon’un Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, s. 45-48, 50-51, 59-64, 72, 83, 86-104

Aymard, Jean-Baptisme ve Patrick Laude, Frithjof Schuon Life and TeachingsGillian Harris, William Stoddart, John Monastra, Helen Komen ve Deborah Casey (çev.), Newyork: State University of New York Press, 2004

Seyyid Hüseyin Nasr, “Frithjof Schuon and Islâmic Tradition”, Sophia, vol.: 5, Sayı: 1, Yaz 1999

http://frithjofschuon.com/english/home.aspx

Şâzelî Şeyhler