Hayatı ve Tasavvufi Şahsiyeti
İbn Meşîş'in (ks) Hayatı ve Tasavvufi Şahsiyeti
Salavâtıyla tanınan İbn Meşîş (ismi, künyesi ve nisbesiyle söylenirse Abdüsselâm b. Meşîş b. Ebûbekir b. Ali el-İdrisî el-Hasenî) (ö. 622/1225) ile Şâzelî yolunun kurucusu Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî (ö. 656/1258) arasında bir mürşid-mürid ilişkisi vardı.
Adının bazen "Meşîş" değil de "Beşîş" şeklinde yazıldığı görülür. Beşîş, "yüz, çehre, güleryüz" gibi anlamlara gelir. İbn-i Acîbe’nin (v.1224/1809) salavâta yazdığı şerhin girişinde belirttiğine göre, Arap dili kaideleri çerçevesinde buradaki bâ harfi mim harfine dönüşmüş, böylece Arapça’nın Mazinî lehçesindeki söylendiği şekliyle ‘dost’, ‘yardımcı’, ‘üstat’ ve ‘hikmet sahibi kişi’ anlamlarına gelen Meşîş künyesi meşhur olmuştur.
Kuzey Afrika’da, bugünkü Fas sınırları içinde doğduğu kabul edilir. Henüz yedi yaşındayken ilahî bir tesirle hak yolcuğuna başladığı, sahralarda, yüksek dağlarda yaşadığı, hem bedenen hem de ruhen pek çok seyahatler yaptığı söylenir. Ömrü boyunca bir başına bulunmaya gayret gösterir, zaman zaman mağaralarda yaşar. Nitekim mürşidi, bir mağarada ibadet halindeyken onu bulur ve yedi yaşından beri onu İlahî nitelikler ve yeteneklerle terbiye edenin kendisi olduğunu söyler. Bu mürşit, muhtemelen Abdurrahman b. Hasan el-Medenî ez-Zeyyât isimli, hayatı hakkında net bilgi bulunmayan bir ermiştir.
Hakkındaki bir diğer rivayet ise mühim bir sûfi olan Ebû Medyen el-Mağribî (ö. 594/1198) ile de irtibatlı olduğu ve ondan bir alamet olarak hırka giydiği şeklindedir.
Şâzelî, onu bir mağarada ibadet halindeyken ziyaret eder. Metinlere yansıdığı kadarıyla İbn Meşîş her şeyden müstağni bir kimsedir. Anlatıldığına göre Şâzelî’yi kemale erdirip çeşitli manevî işaretlerle beraber Tunus ve Mısır’a yolcu ettikten sonra, kaynaklarda, iddialarını peygamberliğe kadar vardırıp fitne kaynağı olduğu yazılan İbn Ebi’t-Tavâcin el-Kütâmî’nin aşırılıklarına karşı mücadele eder, ona tabi olanlarla tartışmalara girişip haksızlıklarını sergilemek için çaba gösterir ve Kütâmî’nin ateşli taraftarlarınca şehid edilir. Bir sosyal mücadele içerisinde bulunduğu net değildir, ama anlaşılan odur ki sadece varlığı bile Kütamî ve taraftarlarınca bir tehdit olarak algılanmıştı. Vefatında henüz otuzlu yaşlarındadır.
Ardında Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî gibi bir büyük sûfînin dışında şunları bırakmıştı: Halvete çekilip ibadet ettiği bir mağara, çok ufak bir mescid, mağara yakınlarında bulunan abdest tazelediği bir su pınarı. Nitekim anlatılanlara göre bir sabah vakti bu pınarda abdest aldıktan sonra şehid edilmişti.
Şehid edildiği Cebelü’l-Alem’e defnedilir. Kabrinin o günden bugüne ziyaretçisi eksik olmaz. Öyle ki ünlü Şâzelî müelliflerinden İbn Abbâd er-Rundî (v. 792/1390), onun Fas’taki makamını, çevresine merkez olması dolayısıyla İmam Şâfî’nin Kahire’deki makamına benzetir. İbn Meşîş’in türbesi, bugün Fas için hazırlanmış turist rehberlerinde de otantik ve görülmeye değer bir mekan olarak sunulur. İbn Meşîş, kendi yöresinde Mevlây Abdüsselâm olarak anılır. Kabrine yapılan sürekli ziyaretler dışında her yıl düzenli olarak anma törenleri tertip edilir. Soyundan gelenler hala bu bölgede yaşarlar.
Anlaşılan odur ki, İbn Meşîş kendi tesis ettiği bir üslubun, yani bir tarikatın sahibi değildir. İnsanlardan uzak, hakikatte fena bulma arzusunda, bu yüzden de kimseyi eğitmeye talip olmayan, örneğin kimseye vird ya da zikir teklifi veya telkininde bulunmayan, kendisine iletilen bu türlü istekleri geri çeviren müstakil bir sûfîdir. Şâzelî’den aktarılanlara göre, onun şahsî mükemmelliğe ve manevî irtibatların kuvvetine büyük bir vurgusu vardır. Nitekim salavâtı da bu vurgunun bir göstergesidir.
En büyük eseri bu âlemi terk ettikten sonra kendine bedel, hatta kendindeki yüce niteliklerin bir şerhi, kabiliyetlerinin tam bir aynası sayılan Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî’dir. Tasavvuf kültüründe mürşid, müridin manevî babası sayılır, çünkü onu hakikate ayıltmış, yeniden doğmasını sağlamıştır. İbn Meşîş ile Şazelî arasındaki ilişki hakkında anlatılanlar da bu türlü bir kavrayışın örneklerindendir.
İlgili metinler okunduğunda İbn Meşîş’in öne çıkan niteliği tasavvufta bir makam olan istiğnâ, yani ihtiyaçsızlık ve zenginlik halidir: Allah’tan başkasına tenezzül etmez, O’ndan başkası için bir beklentisi yoktur, ümidi de kederi de ancak O’dur. Her anlamda Allah ile zengindir. Yaratılmıştan müstağni ve Yaratıcı’ya dönük hali şu duasında kendini belli eder:
“Allah’ım! Bir topluluk Sen’den yarattıklarını kendilerine baş eğdirmeni istediler, Sen de yarattıklarını onlara hizmetkâr kıldın, onlar da bundan dolayı Sen’den razı oldular. Allah’ım! Ben ise Sen’den başka bir sığınağım kalmasın diye, onların benden uzak durmalarını istiyorum. Onların kalblerini benden uzaklaştırmanı istiyorum.”
Nitekim Şâzelî’ye verdiği nasihatlerden birisi bu duanın bir şerhi mahiyetindedir:
“İnsanların kötülüklerinden kaçtığın kadar, hatta ondan daha fazla, iyiliklerinden de kaç. Çünkü onların kötülükleri bedenine, iyilikleri ise kalbine isabet eder. Elbette bedenine isabet eden, kalbine isabet edenden daha iyidir. Seni Rabbi’ne ulaştıran bir düşman, seni Rabbi’nden alıkoyan bir sevgiliden daha hayırlıdır.”
Tasavvufun temel öğretilerinden biri olan Allah’tan başka her şeyden sakınma ve bunda süreklilik üzere bulunma konusuna İbn Meşîş’in bir duasında rastlarız:
“Allah’ım! Merhametinle Sen’den başkalarının zikrinden koru. Yaratılmışların şerrinden kurtar. Yaratılmışların elindeki iyiliklerle değil Sen’in katındaki iyiliklerle zenginleştir. Yaratılmışlar arasında hususî bir rahmetle bana sahip çık. Şüphe yok ki Sen her şeye güç yetirensin.”
Bu duanın bir şerhini de İbn Meşîş’in Şâzelî’ye verdiği şu nasihatte görürüz:
“Ey Ebu’l-Hasan! Allah’ın sevabı umulan bir yer dışında yürüme. Allah’a karşı bir kusur işlemekten güvende olduğun bir yer dışında oturma. Sana Allah'a itaat hususunda destek olan kimselerin dışında bir arkadaşlık kurma. İmanda yakînini artırandan başkasını kendin için seçme, ki böyle olanlar hayli azdırlar.”
Aktarılanlara göre İbn-i Meşîş, irfanî konularda da sohbetler eden, sorulara özlü cevaplar veren, yerine göre ince uyarılarda bulunan bir mürşiddir. Önceki sûfîlerde görüldüğü gibi Allah’ın kendi dışından bir şeyle değil, yine Allah ile bilinebileceği, Allah’ın huzurunda hiçbir fikir ve alakanın yürürlükte kalamayacağı fikrini işler. Biz bu fikirleri gerek kendisinden önceki gerek sonraki sûfîlerde buluruz:
Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî anlatıyor:
“Bir gün üstadım İbn-i Meşîş’ten ‘Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin’ hadisi hakkında sordum. Cevaben, ‘İnsanları Allah’a eriştiriniz, O’ndan başkasına eriştirmeyiniz. Seni şu dünyaya eriştiren, aldatmıştır; amele eriştiren, seni kendine tabi kılmıştır; Allah’a eriştirense saflaştırmıştır’ dedi.”
“Bir gün üstadım İbn-i Meşîş, bana ‘ne ile Allah’a ulaştın?’ diye sordu. ‘Fakrımla’ diye cevap verdim. Bana şöyle dedi: “Eğer Allah’a fakrınla ulaştıysan bil ki putların en büyüğü ile ulaşmış oldun. Çünkü Allah’a ancak Allah’la ulaşılır, O’ndan başka bir şeyle değil.”
Tüm bunlarla birlikte, kendisine bağlılık gösteren, kendisinden bir teveccüh bekleyenlere karşı temkinlidir:
Bir gün bir adam gelip İbn Meşîş’e şöyle dedi: “Ey efendim! Beni hep okuyacağım bir vird ile vazifelendir.” İbn-i Meşîş bu söz karşısında şöyle söyledi:
“Ben bir peygamber miyim? Yapılması gerekli yükümlülükler aşikardır, kaçınılması gerekli yasaklar malumdur. Öyleyse yapılması gerekenlere uy, kusur ve günahlarını gidermeye bak. Nefsini dünya sevgisinden, kadınlara düşkünlükten, arzularına teslim etmekten koru. Allah’ın senin için taksim ettiğine kanaat göster. Allah senin için hoşnutluğuna bir çıkış nasip ederse bundan ötürü şükredici ol. Eğer gazab ve hiddetine bir çıkış nasib ederse bundan ötürü de sabredici ol.”
“Allah sevgisi, bütün iyiliklerin etrafında döndüğü bir merkezdir. Bütün İlahî ikramların kaynağıdır.”
Hayatı hakkında referans kaynaklar:
Hayatı ve çevresi hakkındaki en etraflı çalışma, Faslı antropolog Zekiya Zouanat’a aittir. Zouanat, İbn-i Meşîş etrafında, özellikle de türbesinin bulunduğu Cebelü’l-Alem'de oluşan kültürü bütün ayrıntılarıyla irdeler. Bunu yaparken salavât hakkında da kıymetli bilgiler sunar. (Zekiya Zouanat, İbn Mashish: Maître d’al-Shâdîlî, Rabat: Najah El Jadida, 1998)
İbn Meşîş’in hayatı hakkında bir diğer temel referans kaynak Abdülaziz Binabdullah’ın eseridir. Binabdullah, daha çok İbn Meşîş hakkında bilgi veren ana kaynakları listeler ve salavâta yapılan şerhlerin künyelerini verir. (Abdülaziz Binabdullah, Ma'lemetü’l-Tasavvufi’l-İslâmî, II, s. 52-58)
Bir diğer kaynak ise, İslâm dünyasında çokça okunduğu anlaşılan Abdülhalim Mahmud’un (1910-1978) eseridir. Abdülhalim Mahmud’un kitabı yer yer tarihî ve menkıbevî bilgiler verse de, kitabın daha çok vaaz ve nasihat amaçlı yazıldığı anlaşılmaktadır. (Abdülhalim Mahmud, el-Kutbu’ş-Şehîd Abdüsselâm ibn Beşîş, Kâhire: Dârü’l-Maârif, 1997)
Bu kaynakların dışında, salavâta yapılmış şerhlerde de İbn Meşîş hakkında özlü bilgiler bulunur. Özellikle İbn Acîbe’nin şerhi, kendinden önceki kaynakların mükemmel bir özeti sayılabilir: İbn Ataullah el-İskenderî’nin (ö. 709/1309) Letâifü’l-Minen, İbnü's-Sabbâğ’ın Durretü’l-Esrâr ve İbn Ayyâd’ın Mefâhiru’l-Aliyye'sindeki bilgiler, İbn Acîbe tarafından kendi dönemindeki sözlü gelenekle birlikte sentezlenmiştir. İbn Meşîş ile ilgili olarak kaleme alındığı kaydedilen menkıbe kitapları da bu temel eserlerden mülhemdir.
İbn-i Meşîş’in hayatı hakkında Türkçe’de bir kaynak olarak Süleyman Uludağ'ın İslam Ansiklopedisindeki yazısına bakılabilir. (Süleyman Uludağ, “Abdüsselâm b. Meşîş el-Hasenî”, TDVİA, I, s. 302)
http://zerre-miskal.blogspot.com.tr/2013/06/abdusselam-ibn-i-mesis-ve-salavat-1.html